Bir yumurtanın spermle döllenmesi,
yeni bir insan hayatının ilk başlangıcıdır. Milyonlarca sperm, yumurtayı
döllemek için birbiriyle yarışır ve sonuçta bir tanesi başarılı olur.
Ancak bu tesadüfe dayalı bir yarış değildir, her aşaması Allah
tarafından kaderde tespit edilerek yaratılmıştır. Allah, Kuran’da bu
gerçeği insanlara şöyle bildirir:
Sizleri Biz yarattık, yine de
tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi
gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz?
(Vakıa Suresi, 57-59)

Babanın
sperm hücresi, annenin yumurta hücresini döllediğinde, doğacak bebeğin
bütün kalıtsal özelliklerini belirlemek üzere babanın ve annenin genleri
birleşir. Bu binlerce genden her birinin özel bir işlevi vardır. Saç ve
göz rengini, yüzünün biçimini, iskelet çatısındaki, iç organlardaki,
beyin, sinirler ve kaslardaki sayısız ayrıntıyı belirleyen genlerdir.
Sperm ile yumurta birleştiklerinde oluşan
bu hücre ile beraber, insanın hayatının sonuna kadar her hücresinde
şifresini taşıyacağı DNA molekülünün de ilk kopyası oluşmuş olur.
Döllenmiş yumurta dediğimiz o ilk
hücrenin, bir insana dönüşmek için, çoğalması gereklidir ve bunun
bilincindeymişçesine hücre bölünmeye başlar. Hücreler bölündükçe
başkalaşır ve vücutta bulunması gereken bölgelere giderler. Birbirinin
aynı hücrelerden oluşan bir et yığını değil de, bir kısmı, örneğin göz
hücresi olup tam olması gerektiği yere, bir kısmı kalbi oluşturup göğüs
kafesindeki yerine gider veya deri hücresi olarak bütün vücudu kaplar.
Tüm hücreler, oluşturacakları dokunun gerektirdiği kadar çoğalır ve bu
dokular da gerekli yapıyı oluşturmak üzere yanyana gelerek organları
oluşturmaya başlarlar.
Bu başkalaşım ve yapılanma koordinasyonu
DNA molekülü tarafından sağlanır. Şunu unutmamak gerekir ki DNA, ne en
son teknolojiyle donatılmış laboratuvarlarda çalışan bir biyokimyager,
ne de saniyede trilyonlarca işlem yapabilen bir süper-bilgisayardır.
DNA, karbon, fosfor, azot, hidrojen ve oksijen gibi atomlardan oluşan
bir moleküldür.
Şimdi düşünelim ve kendi kendimize
soralım: İnsan vücudunda bulunan trilyonlarca hücre, bölünerek
birbirinden çoğalıyor. Ancak her hücredeki farklı gen farklı zamanlarda
aktive oluyor ve bu şekilde hücrelerde başkalaşım sağlanıyor. Diğer bir
deyişle, ilk hücreden sonra bölünerek çoğalan her hücrede, tüm genetik
bilgi vardır; yani her hücre aslında kalp kası, deri, alyuvar veya
vücudun herhangi başka bir dokusunu üretme yeteneğine sahiptir. Her
hücre o vücut için tam bir DNA tarifine sahip olsa da, gelişmenin farklı
aşamalarında ve farklı organlarda sadece bazı genler aktiftir. Örneğin,
böbrek oluşum ve fonksiyon kodları her hücrede bulunur; ancak sadece
ilgili genler, gelişme sırasında, belirli zamanlarda, bu organda aktif
olur. Benzer olarak, belli enzimler-örneğin, glükoz 6-fosfat esas olarak
karaciğerde bulunur, fakat diğer organların her hücresi bu proteinin
tarifine sahiptir, ama asla bu proteinin üretimini yapmaz. Örneğin göz
hücresi bu enzimi üretmez, göz için gerekli olanları üretir; sinir
hücreleri, beyin ve organlar arasında gidip gelen uyarı ve emirleri
taşıyacak, karaciğer hücreleri toksinleri zararsız hale getirecek ve yağ
hücreleri zayıf dönemler için yiyeyecek depolayacak şekilde
uzmanlaşırlar; hiçbiri mide ile ilgili enzimleri üretme hatasına düşmez.
Peki bu kusursuz işbölümünü kim yapmaktadır? Hücrelere bölünme ve
bölündükten sonra farklı konularda uzmanlaşma emrini kim vermektedir?
Dahası, tüm hücreler itaat şuuruna nasıl sahiptirler ve kimi dinleyerek
böylesine kusursuz bir disiplin ve organizasyon içinde çalışmaktadırlar?
Bunların hiçbirinin tesadüfen gelişen olayların sonucunda oluşmuş
tesadüfi sistemler olmadığı son derece açıktır.
Hücrelerin sadece doğru zamanda doğru
yerde bulunmaları ve doğru genleri aktif hale getirmeleri ile de bu
kusursuzluk bitmemektedir. Hücreler aynı zamanda yaşamın doğru
safhasında, doğru miktarlarda bulunmalıdırlar. Bazı “bakım” genleri,
hemen hemen bütün hücrelerde, her zaman çalışır. Diğer genler, sadece
bazı hücrelerde, kişinin yaşamındaki tek uygun, kritik bir dönemde,
birkaç saatten az işlevini yapar, sonra bir daha çalışmak üzere bekleme
moduna geçer. Örneğin emzirme sırasında süt üretimi genler tarafından
hızlandırılır. Mevcut bilgi, uygun zamanda, uygun miktarda ve uygun
yerde harekete geçirilir. DNA’da saklı milyarlarca bilginin bu kadar
şuurlu, planlı, iradeli, hesaplı ve akılcı idaresi ve kullanımı
evrimcilerin “tesadüf” iddiaları ile kesinlikle açıklanamaz. Dünya
üzerinde hiçbir sistem, en basiti dahi tesadüfen oluşamazken,
mikroskobik bir alanda gerçekleşen olağanüstü planlı ve organize
olayların nedeni olarak tesadüfleri görmek büyük bir mantık
çöküntüsüdür. Nitekim evrimciler de hücrelerdeki bu başkalaşıma ve
kusursuz görev dağılımına bir açıklama getirmekten çok uzak olduklarını
kabul etmektedirler. Evrimci mikrobiyoloji profesörü Ali Demirsoy şu
itirafta bulunur:
Özünde, döllenmiş bir yumurtadan çok
değişik yapıda ve işlevde birçok hücre grubunun meydana gelmesi şimdiye
kadar doyurucu bir şekilde açıklanamamıştır. (Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s.158)
Tüm bu olağanüstü olayların, tesadüflerin
veya hücrenin eseri olamayacağı açıkça ortadadır. Peki, hücrede meydana
gelen bu olayları yöneten, belli bir amaca yönelik olarak yaratan,
milyarlarca bilgiyi, gözle görülmeyecek kadar küçük bir alana sığdıran
akıl ve güç kime aittir?
Bir yumurtanın spermle döllenmesi,
yeni bir insan hayatının ilk başlangıcıdır. Milyonlarca sperm, yumurtayı
döllemek için birbiriyle yarışır ve sonuçta bir tanesi başarılı olur.
Ancak bu tesadüfe dayalı bir yarış değildir, her aşaması Allah
tarafından kaderde tespit edilerek yaratılmıştır. Allah, Kuran’da bu
gerçeği insanlara şöyle bildirir:
Sizleri Biz yarattık, yine de
tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi
gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz?
(Vakıa Suresi, 57-59)

Babanın
sperm hücresi, annenin yumurta hücresini döllediğinde, doğacak bebeğin
bütün kalıtsal özelliklerini belirlemek üzere babanın ve annenin genleri
birleşir. Bu binlerce genden her birinin özel bir işlevi vardır. Saç ve
göz rengini, yüzünün biçimini, iskelet çatısındaki, iç organlardaki,
beyin, sinirler ve kaslardaki sayısız ayrıntıyı belirleyen genlerdir.
Sperm ile yumurta birleştiklerinde oluşan
bu hücre ile beraber, insanın hayatının sonuna kadar her hücresinde
şifresini taşıyacağı DNA molekülünün de ilk kopyası oluşmuş olur.
Döllenmiş yumurta dediğimiz o ilk
hücrenin, bir insana dönüşmek için, çoğalması gereklidir ve bunun
bilincindeymişçesine hücre bölünmeye başlar. Hücreler bölündükçe
başkalaşır ve vücutta bulunması gereken bölgelere giderler. Birbirinin
aynı hücrelerden oluşan bir et yığını değil de, bir kısmı, örneğin göz
hücresi olup tam olması gerektiği yere, bir kısmı kalbi oluşturup göğüs
kafesindeki yerine gider veya deri hücresi olarak bütün vücudu kaplar.
Tüm hücreler, oluşturacakları dokunun gerektirdiği kadar çoğalır ve bu
dokular da gerekli yapıyı oluşturmak üzere yanyana gelerek organları
oluşturmaya başlarlar.
Bu başkalaşım ve yapılanma koordinasyonu
DNA molekülü tarafından sağlanır. Şunu unutmamak gerekir ki DNA, ne en
son teknolojiyle donatılmış laboratuvarlarda çalışan bir biyokimyager,
ne de saniyede trilyonlarca işlem yapabilen bir süper-bilgisayardır.
DNA, karbon, fosfor, azot, hidrojen ve oksijen gibi atomlardan oluşan
bir moleküldür.
Şimdi düşünelim ve kendi kendimize
soralım: İnsan vücudunda bulunan trilyonlarca hücre, bölünerek
birbirinden çoğalıyor. Ancak her hücredeki farklı gen farklı zamanlarda
aktive oluyor ve bu şekilde hücrelerde başkalaşım sağlanıyor. Diğer bir
deyişle, ilk hücreden sonra bölünerek çoğalan her hücrede, tüm genetik
bilgi vardır; yani her hücre aslında kalp kası, deri, alyuvar veya
vücudun herhangi başka bir dokusunu üretme yeteneğine sahiptir. Her
hücre o vücut için tam bir DNA tarifine sahip olsa da, gelişmenin farklı
aşamalarında ve farklı organlarda sadece bazı genler aktiftir. Örneğin,
böbrek oluşum ve fonksiyon kodları her hücrede bulunur; ancak sadece
ilgili genler, gelişme sırasında, belirli zamanlarda, bu organda aktif
olur. Benzer olarak, belli enzimler-örneğin, glükoz 6-fosfat esas olarak
karaciğerde bulunur, fakat diğer organların her hücresi bu proteinin
tarifine sahiptir, ama asla bu proteinin üretimini yapmaz. Örneğin göz
hücresi bu enzimi üretmez, göz için gerekli olanları üretir; sinir
hücreleri, beyin ve organlar arasında gidip gelen uyarı ve emirleri
taşıyacak, karaciğer hücreleri toksinleri zararsız hale getirecek ve yağ
hücreleri zayıf dönemler için yiyeyecek depolayacak şekilde
uzmanlaşırlar; hiçbiri mide ile ilgili enzimleri üretme hatasına düşmez.
Peki bu kusursuz işbölümünü kim yapmaktadır? Hücrelere bölünme ve
bölündükten sonra farklı konularda uzmanlaşma emrini kim vermektedir?
Dahası, tüm hücreler itaat şuuruna nasıl sahiptirler ve kimi dinleyerek
böylesine kusursuz bir disiplin ve organizasyon içinde çalışmaktadırlar?
Bunların hiçbirinin tesadüfen gelişen olayların sonucunda oluşmuş
tesadüfi sistemler olmadığı son derece açıktır.
Hücrelerin sadece doğru zamanda doğru
yerde bulunmaları ve doğru genleri aktif hale getirmeleri ile de bu
kusursuzluk bitmemektedir. Hücreler aynı zamanda yaşamın doğru
safhasında, doğru miktarlarda bulunmalıdırlar. Bazı “bakım” genleri,
hemen hemen bütün hücrelerde, her zaman çalışır. Diğer genler, sadece
bazı hücrelerde, kişinin yaşamındaki tek uygun, kritik bir dönemde,
birkaç saatten az işlevini yapar, sonra bir daha çalışmak üzere bekleme
moduna geçer. Örneğin emzirme sırasında süt üretimi genler tarafından
hızlandırılır. Mevcut bilgi, uygun zamanda, uygun miktarda ve uygun
yerde harekete geçirilir. DNA’da saklı milyarlarca bilginin bu kadar
şuurlu, planlı, iradeli, hesaplı ve akılcı idaresi ve kullanımı
evrimcilerin “tesadüf” iddiaları ile kesinlikle açıklanamaz. Dünya
üzerinde hiçbir sistem, en basiti dahi tesadüfen oluşamazken,
mikroskobik bir alanda gerçekleşen olağanüstü planlı ve organize
olayların nedeni olarak tesadüfleri görmek büyük bir mantık
çöküntüsüdür. Nitekim evrimciler de hücrelerdeki bu başkalaşıma ve
kusursuz görev dağılımına bir açıklama getirmekten çok uzak olduklarını
kabul etmektedirler. Evrimci mikrobiyoloji profesörü Ali Demirsoy şu
itirafta bulunur:
Özünde, döllenmiş bir yumurtadan çok
değişik yapıda ve işlevde birçok hücre grubunun meydana gelmesi şimdiye
kadar doyurucu bir şekilde açıklanamamıştır. (Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s.158)
Tüm bu olağanüstü olayların, tesadüflerin
veya hücrenin eseri olamayacağı açıkça ortadadır. Peki, hücrede meydana
gelen bu olayları yöneten, belli bir amaca yönelik olarak yaratan,
milyarlarca bilgiyi, gözle görülmeyecek kadar küçük bir alana sığdıran
akıl ve güç kime aittir?