Buraya kadar
bahsettiğimiz bütün imkansızlıkları ve mantıksızlıkları bir an için
unutalım ve ilkel dünya koşulları gibi olabilecek en uygunsuz ortamda
bir protein molekülünün tesadüflerle meydana geldiğini varsayalım.

Tek
bir proteinin oluşması da yetmeyecek, söz konusu proteinin, bu
kontrolsüz ortamda başına hiçbir şey gelmeden kendi gibi tesadüfen
oluşacak başka proteinleri beklemesi gerekecekti…. Ta ki hücreyi meydana
getirecek milyonlarca uygun ve gerekli protein hep “tesadüfen” aynı
yerde yanyana oluşana kadar. Önceden oluşanlar o ortamda ultraviyole
ışınları, şiddetli mekanik etkilere rağmen hiçbir bozulmaya uğramadan,
sabırla hemen yanıbaşlarında diğerlerinin tesadüfen oluşmasını
beklemeliydiler. Sonra yeterli sayıda ve aynı noktada oluşan bu
proteinler anlamlı şekillerde biraraya gelerek hücrenin organellerini
oluşturmalıydılar. Aralarına hiçbir yabancı madde, zararlı molekül, işe
yaramaz protein zinciri karışmamalıydı. Sonra bu organeller son derece
planlı, düzenli, uyumlu ve bağlantılı bir biçimde biraraya gelip, bütün
gerekli enzimleri de yanlarına alıp bir zarla kaplansalar, bu zarın içi
de bunlara ideal ortamı sağlayacak özel bir sıvıyla dolsaydı, tüm bu
“imkansız ötesi” olaylar gerçekleşseydi bile bu molekül yığını
canlanabilir miydi?

Prof. Chandra Wickramasinghe
|
Cevap, “hayır”dır! Çünkü araştırmalar göstermiştir ki, hayatın başlaması için yalnızca canlılarda bulunması gereken maddelerin biraraya gelmiş olması yeterli değildir. Yaşam
için gerekli tüm proteinleri toplayıp bir deney tüpüne koysak yine de
canlı bir hücre elde etmeyi başaramayız. Bu konuda yapılan tüm deneyler
başarısız olmuştur. Bütün deney ve gözlemler ise hayatın ancak hayattan
geldiğini göstermiştir. Hayatın cansız maddelerden çıktığı iddiası, bu
bölümün en başında da belirttiğimiz gibi, sadece evrimcilerin
hayallerinde yer alan, tüm gözlem ve deneylere aykırı bir masaldır.
Bu durumda, yeryüzündeki ilk hayatın da
ancak bir Hayat’tan gelmiş olması gerekir. İşte bu, “Hayy” (Hayat
Sahibi) Allah’ın yaratmasıdır. Hayat ancak O’nun dilemesiyle başlar,
sürer ve sona erer. Evrim ise, canlılığın nasıl başladığını açıklamak
şöyle dursun, canlılık için gerekli malzemenin nasıl oluştuğunu ve
biraraya geldiğini bile açıklayamamaktadır.
Cardiff Üniversitesi’nden, Uygulamalı
Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe hayatın
tesadüflerle doğduğuna on yıllar boyunca inandırılmış bir bilim adamı
olarak karşılaştığı bu gerçeği şöyle anlatır:
Bir bilim adamı olarak aldığım eğitim
boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli yaratılış kavramı ile
uyuşamayacağına dair çok güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum. Bu
kavrama karşı şiddetle tavır alınması gerekiyordu… Ama şu anda, Tanrı’ya
inanmayı gerektiren açıklama karşısında, öne sürülebilecek hiçbir
akılcı argüman bulamıyorum… Biz hep açık bir zihinle düşünmeye alıştık
ve şimdi yaşama getirilebilecek tek mantıklı cevabın yaratılış olduğu sonucuna varıyoruz, tesadüfi karmaşalar değil. (Chandra Wickramasinghe, Interview in London Daily Express, 14 Ağustos 1981)
TERMODİNAMİĞİN İKİNCİ KANUNU
Fiziğin en temel kanunlarından birisi
olan “Termodinamiğin İkinci Kanunu”, evrende kendi haline, doğal
şartlara bırakılan tüm sistemlerin, zamanla doğru orantılı olarak
düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya doğru gideceğini söyler. Canlı,
cansız bütün herşey zaman içinde aşınır, bozulur, çürür, parçalanır ve
dağılır. Bu, er ya da geç her varlığın karşılaşacağı mutlak sondur ve
söz konusu kanuna göre bu kaçınılmaz sürecin geri dönüşü yoktur.
Bu gerçek hepimizin yaşamları sırasında
da yakından gözlemlediği bir durumdur. Örneğin bir otobüsü çöle götürüp
bırakır ve aylar sonra durumunu kontrol ederseniz, elbette ki onun
eskisinden daha gelişmiş, daha bakımlı bir hale gelmesini
bekleyemezsiniz. Aksine lastiklerinin patlamış, camlarının kırılmış,
kaportasının paslanmış, motorunun çürümüş olduğunu görürsünüz. Aynı
kaçınılmaz süreç canlı varlıklar için çok daha hızlı işler.
İşte Termodinamiğin İkinci Kanunu bu doğal sürecin, fiziksel denklem ve hesaplamalarla ifade ediliş biçimidir.
Bu ünlü fizik kanunu, “Entropi Kanunu”
olarak da adlandırılır. Entropi, fizikte bir sistemin içerdiği
düzensizliğin ölçüsüdür. Bir sistemin düzenli, organize ve planlı bir
yapıdan düzensiz, dağınık ve plansız bir hale geçmesi o sistemin
entropisini arttırır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar fazlaysa, o
sistemin entropisi de o kadar yüksek demektir. Entropi Kanunu, tüm
evrenin geri dönüşü olmayan bir şekilde sürekli daha düzensiz, plansız
ve dağınık bir yapıya doğru ilerlediğini ortaya koymuştur.
Termodinamiğin İkinci Kanunu ya da diğer
adıyla Entropi Kanunu, doğruluğu teorik ve deneysel olarak kesin biçimde
kanıtlanmış bir kanundur. Öyle ki yüzyılımızın en büyük bilim adamı
kabul edilen Albert Einstein, bu kanunu “bütün bilimlerin birinci
kanunu” olarak tanımlamıştır:
Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde,
hükmedici düzen şeklinde kendini gösterecektir. Albert Einstein, bu
kanunun bütün bilimlerin birinci kanunu olduğunu söylemiştir; Sir Arthur
Eddington ondan, bütün evrenin en üstün metafizik kanunu olarak
bahseder.1
Evrim teorisi ise, bütün evreni kapsayan
bu temel fizik kanununu bütünüyle gözardı ederek ortaya atılmış bir
iddiadır. Evrim bu kanunla temelinden çelişen tam tersi bir mekanizma
öne sürer. Evrime göre, dağınık, düzensiz, cansız atomlar ve moleküller,
zamanla kendi kendilerine tesadüflerle biraraya gelerek düzenli ve
planlı proteinleri, DNA, RNA gibi son derece kompleks moleküler
yapıları, ardından da çok daha ileri düzenlere, organizasyonlara ve
tasarımlara sahip milyonlarca canlı türünü ortaya çıkarmışlardı. Evrime
göre, her aşamada daha planlı, daha düzenli, daha kompleks ve daha
organize bir yapıya doğru ilerleyen bu hayali süreç, Entropi Kanunu’nun
ortaya koyduğu gerçeklere bütünüyle aykırıdır. Bu nedenle evrim gibi bir
sürecin, en başından en sonuna kadar varsayılan hiçbir aşamasının
gerçekleşmesi mümkün değildir. Evrimci bilim adamları da bu açık
çelişkinin farkındadırlar. J. H. Rush şöyle der:
Evrimin kompleks süreci içinde yaşam, Termodinamiğin İkinci Kanunu’nda belirtilen eğilime belirgin bir çelişki oluşturur.2
Evrimci bilim adamı Roger Lewin de bir başka bilimsel dergi olan Science‘daki bir makalesinde evrimin termodinamik açmazını şöyle dile getirmektedir:
Biyologların karşılaştıkları problem, evrimin
Termodinamiğin İkinci Kanunu’yla olan açık çelişkisidir. Sistemler
zamanla daha düzensiz yapılara doğru bozulmalıdırlar.3
Bir evrimci olan George Stavropoulos,
canlılığın kendiliğinden oluşmasının termodinamik açıdan imkansızlığını
ve fotosentez gibi kompleks canlı mekanizmaların kökenini doğa
kanunlarıyla açıklamanın mümkün olmadığını, ünlü evrimci yayın American Scientist’te şu ifadelerle kabul etmektedir:
Normal şartlarda, Termodinamiğin İkinci Kanunu
doğrultusunda, hiçbir kompleks organik molekül hiçbir zaman kendi
kendine oluşamaz, tersine parçalanır. Gerçekte, bir şey ne kadar
kompleks olursa o kadar kararsızdır ve kesin olarak eninde sonunda
parçalanır, dağılır. Fotosentez, bütün yaşamsal süreçler ve yaşamın
kendisi, karmaşık veya kasıtlı olarak karmaşıklaştırılmış açıklamalara
rağmen, halen termodinamik ya da bir başka kesin bilim dalı vasıtasıyla
anlaşılamamıştır.4
Görüldüğü gibi, evrim iddiası bütünüyle
fizik yasalarına aykırı olarak ortaya atılmış bir iddiadır.
Termodinamiğin İkinci Kanunu, evrim senaryosu karşısına bilimsel ve
mantıksal açıdan aşılması imkansız bir fiziksel engel oluşturmaktadır.
Bu engeli aşacak hiçbir bilimsel ve tutarlı açıklama getiremeyen
evrimciler ise bunu ancak hayal güçlerinde aşabilmektedirler. Örneğin,
ünlü evrimcilerden Jeremy Rifkin, evrimin, bu fizik kanununu sihirli bir
güçle aştığına inandığını belirtmektedir:
Entropi Kanunu, evrimin bu gezegendeki yaşam için mevcut
olan tüm enerjiyi dağıtacağını söyler. Bizim evrim anlayışımız ise bunun
tam tersidir. Biz evrimin sihirli bir şekilde yeryüzünde daha büyük bir
değer ve düzen artışı sağladığına inanıyoruz.5
Bu sözler evrimin tamamen dogmatik bir inanç olduğunu çok iyi ifade etmektedir.
Açık Sistem Çarpıtması
Evrimciler, tüm bu açık gerçekler
karşısında, Termodinamiğin İkinci Kanunu’nun yalnızca “kapalı sistemler”
için geçerli olduğu, “açık sistemler”in bu kanunun dışında olduğu gibi
bir çarpıtmaya başvururlar.
Açık sistem, dışarıdan enerji ve madde
giriş-çıkışı olan bir termodinamik sistemdir. Evrimciler de dünyanın bir
açık sistem olduğunu, Güneş’ten sürekli bir enerji akışına maruz
kaldığını, dolayısıyla Entropi Kanunu’nun dünya için geçersiz olduğunu,
düzensiz, basit, cansız yapılardan düzenli, kompleks canlıların
oluşabileceğini öne sürmektedirler.
Oysa burada açık bir çarpıtma vardır.
Çünkü bir sisteme dışarıdan enerji girmesi, o sistemi düzenli hale
getirmek için yeterli değildir. Bu enerjiyi kullanılabilir hale
getirecek özel mekanizmalar gerekir. Örneğin bir arabanın, benzindeki
enerjiyi işe dönüştürmesi için motora, transmisyon sistemlerine ve
bunları idare eden kontrol mekanizmalarına ihtiyaç vardır. Böyle bir
enerji dönüştürücü sistem olmasa, arabanın benzindeki enerjiyi
kullanabilmesi mümkün olmayacaktır.
Aynı durum canlılık için de geçerlidir.
Evet, canlılık enerjisini Güneş’ten almaktadır. Fakat Güneş enerjisi,
ancak canlılardaki inanılmaz komplekslikteki enerji dönüşüm sistemleri
(örneğin bitkilerdeki fotosentez, insan ve hayvanlardaki sindirim
sistemleri) sayesinde kimyasal enerjiye çevrilebilmektedir. Bu enerji
dönüşüm sistemleri olmasa hiçbir canlı varlığını devam ettiremez.
Güneş’in, enerji dönüşüm sistemi olmayan bir canlı için, yakıcı, eritici
ve parçalayıcı bir enerji kaynağı olmaktan başka bir anlamı yoktur.
Görüldüğü gibi herhangi bir enerji
dönüştürücü mekanizması olmayan bir sistem, açık da olsa kapalı da olsa,
evrim için hiçbir avantaj teşkil etmemektedir. İlkel dünya şartlarında
doğada böyle kompleks ve bilinçli mekanizmaların bulunduğunu ise hiç
kimse iddia etmemektedir. Zaten evrimciler açısından bu noktadaki
problem, bitkilerdeki fotosentez mekanizması gibi modern teknoloji
tarafından bile taklit edilemeyen kompleks enerji dönüşüm
mekanizmalarının nasıl ortaya çıktığı sorusudur.
İlkel dünyaya dışarıdan giren Güneş
enerjisinin de bu yüzden hiçbir şekilde düzenlilik meydana getirecek
etkisi yoktur. Çünkü sıcaklık ne kadar artarsa artsın amino asitler
düzenli dizilimlerde bağ yapmaya karşı direnç gösterirler. Amino
asitlerin çok daha karmaşık moleküller olan proteinleri ve proteinlerin
de kendilerinden daha kompleks ve planlı yapılar olan hücre
organellerini oluşturmaları için de yine yalnızca enerji yeterli
değildir. Asıl olarak gereken etken, yaratılıştır.
 |
Bir otobüsü çölde kendi haline bırakırsanız zamanla
özelliklerini kaybederek bozulmaya uğrar. Bir süre sonra baktığınızda
otobüsün lastiklerinin patlamış, camlarının kırılmış, kaportasının
paslanmış, motorunun çürümüş olduğunu görürsünüz. Bu kaçınılmaz süreç
canlı varlıklar için çok daha hızlı işler. Aynı şekilde bilinçli bir
müdahale olmadığı sürece evrendeki tüm sistemler bozulmaya uğrar.
|
Kaos Kuramı Kaçışı:
Termodinamiğin İkinci Kanunu’nun evrimi
imkansız kıldığının farkında olan bazı evrimci bilim adamları yakın
geçmişte Termodinamiğin İkinci Kanunu ve Evrim Teorisi arasındaki
uçurumu kapatabilmek, evrime bir yol açabilmek amacıyla çeşitli
spekülasyonlar üretme gayretine girmişlerdir. Yalnızca bu gayretler dahi
evrim teorisinin gözardı edilemeyen bir açmaz karşısında olduğunu
açıkça göstermektedir.
Termodinamiği ve evrimi uzlaştırma
umuduyla ortaya atılan iddialarla en fazla adı duyulmuş olan kişi ise
Belçikalı bilim adamı Ilya Prigogine’dir.
Prigogine, Kaos Kuramı’ndan hareket
ederek kaostan (karmaşadan) düzen oluşabileceğine dair birtakım
varsayımlar ortaya atmıştır. Oysa bütün çabalarına rağmen, Prigogine
termodinamiği ve evrimi uzlaştırmayı başaramamıştır. Bu durum aşağıdaki
ifadelerinde de açıkça görülmektedir:
Yüzyılı aşkın bir süredir aklımıza
takılan bir soru var: Termodinamiğin tanımladığı ve sürekli artan bir
düzensizliğin hüküm sürdüğü bir dünyada, canlı bir varlığın evriminin
nasıl bir anlamı olabilir?6
Moleküler düzeyde ürettiği teorilerin,
canlı sistemler için, örneğin bir canlı hücresi için geçerli olmadığını
bilen Prigogine bu problemi şöyle ifade etmektedir:
Kaos Teorisi ve… canlıların oldukça
düzenli olan hücreleri ele alındığında, bunlardaki biyolojik düzenlilik,
teorinin karşısına net bir problem olarak çıkmaktadır.7
İşte Kaos Kuramı ve buna dayalı
spekülasyonların vardığı son nokta budur. Evrimi destekleyen,
doğrulayan, evrim ile Entropi Kanunu ve diğer fizik yasaları arasındaki
çelişkiyi ortadan kaldıran hiçbir somut sonuç elde edilememiştir.
Bütün bu kaçınılmaz gerçeklere rağmen
evrimciler, “canlılar oluşmuşsa, demek ki evrim olmuş” gibi ucuz
kaçamaklara sığınmaya çalışırlar. Fakat, açık ve net bilimsel gerçekler,
canlıların ve canlılardaki düzenli, planlı ve kompleks yapıların
kesinlikle evrimin iddia ettiği gibi tesadüflerle ve doğa şartlarıyla
oluşamayacağını göstermektedir. Bu durum da canlıların varlığının ancak
doğaüstü bir gücün müdahalesiyle açıklanabileceğini ortaya koyar.
Doğaüstü müdahale, bütün evreni yoktan var eden Allah’ın yaratmasıdır.
Bilim, her alanda olduğu gibi termodinamik açıdan da evrimin imkansız
olduğunu ve canlılığın varoluşunun Yaratılış dışında bir açıklaması
olamayacağını gözler önüne sermiştir.
——————————————————-
1 Jeremy Rifkin, Entropy:
A New World View, New York: Viking Press, 1980, s. 6.
2 J. H. Rush,
The Dawn of Life, New York: Signet, 1962, s. 35.
3 Roger Lewin, “A Downward Slope to Greater Diversity”,
Science, Cilt 217, 24 Eylül 1982, s. 1239.
4 George P. Stavropoulos, “The Frontiers and Limits of Science”,
American Scientist, Cilt 65, Kasım-Aralık 1977, s. 674.
5 Jeremy Rifkin,
Entropy: A New World View, s. 55.
6 Ilya Prigogine, Isabelle Stengers,
Order Out of Chaos, New York: Bantam Books, 1984, s. 129.
7 Ilya Prigogine, Isabelle Stengers,
Order Out of Chaos, s. 175